Yakından tanıdığımız bir ablamızın bu gibi kavramları kullandığına şahit olunca biraz araştırayım dedim. Bunlarla ilgili biraz bilgi edineyim deyip kurcaladım. Hint kökenli kavrammış çakra. Numeroloji dedikleri ise rakamlara verilen ruhsal anlamlar, anladığım kadarıyla. Harfler de hakeza… Renklerle kişiliklerin eşleştirilmesi.. Tüm bu bilgileri kim üretmiş, vahiyle mi alınmış, yoksa zamansal tecrübelerle mi elde edilmiş belli değil. Zira anlatılanlar adeta vahiymiş gibi anlatılıyor. Oysa bana göre bir çeşit ustaca, müthiş kıvraklıklarla ve adeta bir sihirbaz gibi sanki ortada bir sistem varmış gibi lanse etmek…
Çocukluğumda Medyum Memiş vardı bana onu anımsattı bu gibi kavramlar veya gazete köşelerinde astroloji ile insanların günlük kaderi hakkında atıp tutulması.
Oysa benim bildiğim Kur’an vahyine inanan ve Peygamberlerin öğretisi ile yaşayan insanlar bu gibi şeylere gülüp geçiyor ve acınacak hal olarak bakıyordu. Şu var ki bu imtihan şimdi onları da buldu. Gerçekten Kur’an’a ve Sünnet’e teslim olup olmama sınavı onlar için bu zeminde başladı. Ama görünen o ki bu sınavı iyi vermiyorlar.
Biz Müslümanlar mutlak fail olarak Allah’ı biliriz ve insana verilmiş irade emanetini bizzat O’ndan aldığımızı biliriz, inanırız. “Ona ruhundan üfledi” ayeti bize bunu öğretir. Bu ilahi yüceliğe ve vergiye potansiyel olarak sahip olduğumuza inanırız ama bu potansiyeli ortaya çıkarmak için hint mistisizmi yerine Peygambere vahiyle verilen hikmeti keşfedip onu uygulamamız gerekir. İlahi potansiyeli ilahi olmayan pratiklerle yapmak ne kadar acı bir durum. Peki, bu ilahi olgunluğa ulaştırır mı? Hayır. Zira eğer böyle olsaydı Allah Azze ve Celle peygamberler göndermezdi, “kullarım kendileri tecrübe ede ede bulsunlar” derdi. Bakın hint mistisizminin vardığı yer: kutsal inek! Tv’lerde çıkan bir hanım ise “onlar ineğe değil aslında Allah’a tapıyorlar” demişti. Çeşitli perhizlerle bazı seviyelere çıktıklarını söylemeleri insanları etkiliyor. Oysa nebevi hikmette perhizde aşırı gitmek de problem. Konuyu bu açıdan uzatmayalım.
Bana öyle geliyor ki kadınlar bu gibi etkileyici gizemli şeylerden daha kolay etkileniyor.
İlk karşılaştığım saçmalık şu: İsminizde şu şu harfler yoksa siz şöyle şöylesiniz. Şu şu rakamlara sahipseniz şu özellikleriniz var, gibi safsatalarla insanlara uyduruk şekilde vasıflar yükleniyor. Bunların bazılarının tutması ve bazılarının da yoksa bile kişinin hoşuna gidip inanmak istemesiyle maya tutuyor. İzlemek ve dinlemek tatlı geliyor. Aslında yine insanın aczinden ve zafiyetinden faydalanılıyor. İnsan geleceği bilemez. Bu gibi şeylerde yalan da olsa gelecekten ve insanın kişiliğinden tatlı tatlı ses tonlarıyla anlatılması insana şirin ve cazip geliyor. Ancak Yüce Rabbimizin şeytana “senin hakimiyetin benim ihlaslı kullarım üzerinde olmaz” demesinin tezahürü olarak ihlaslı mü’minler bu gibi safsataların etkisinde kalmaz. Ama görünen o ki, bazı kardeşlerimiz bu tatlı ses tonlarının etkisinde kalıyor. Mü’min insanın namazda elde edeceği huşuyu maalesef hint mistisizminden ve ilahi kaynaklı olmayan ritüellerde araması maalesef üzücü. Ama şu var ki imtihan dünyasındayız. Rabbimizin herkese verdiği “imtihani” bir özgürlük var. Kim nasıl kullanırsa…
Ancak biz bu gibi safsatalara karşı kardeşlerimize hatırlatma yapmak istiyoruz. Dediğim gibi Aziz İslam Allah’ın insana verdiği ruhani potansiyelin ortaya çıkmasının tek yolu ve yine Allah Azze ve Celle’nin programıdır. Eğer başka beşeri programlar geçerli olsa idi, bu kadar peygamber hikmetlerle gelmezdi. Demek ki insan buna muhtaç ve insan bu potansiyeli ortaya çıkarmak için sahte ilahlar ve inançlar edinecek ve potansiyelin üstüne adeta beton dökecek. İşte bu nedenle ilahi rahmet gereği Kitaplar ve peygamberler gelmiştir. Ey değerli kardeşim şu ayeti bilmiyor musun, “O müşrikler biz bu putlara bizi Allaha yaklaştırsınlar diye tapıyoruz” yani Allah’a yaklaş da nasıl yaklaşırsan yaklaş dememiş Rabbimiz. Biliyorsun Rabbimiz günde beş vakit namazı emretmiş, ilahi potansiyelin ortaya çıkması ve bu potansiyelin kendisini korumasına adına. Peki sen bunun yerine meditasyon yaparsan, puta tapan müşriklerin konumuna düşmüş olmaz mısın? Neden modern şirk kültürünün ürettiği, tanrıya yahut insanın kendine yaklaşma ritüellerine sıcak bakarak içerisinde hiçbir Muhammedi pratiğin olmadığı ama yer yer ucundan İslam’dan bir iki kelimenin (yaradan,kadir gecesi gibi) kullanıldığı ortamların aldatmasına kapılıyorsun? Buradan şunu anlamanı istiyorum değerli kardeşim, İslam’ı bilmekle İslam’ı pratize etmek aynı şey değil. Yani İslam’a dair bilgi deposu oldun ama sahabe gibi içselleştiremediğin için modern popüler tatlı sesli şirk kültürü seni kapıp götürüyor. Kendini o kadar kaptırıyorsun ki bu kültüre adeta bir müridi olurcasına, bu defa Kur’an’ın mubin ayetlerini bu kültüre göre yorumluyorsun. Zira inkar etmektense, Kur’an’dan vazgeçmektense karma yapmak şeytanın en meşhur tuzaklarından biridir. Uyanık olmalısın kardeşim, Allah Azze ve Celle saf, arı-duru bir iman istiyor bizden. Dini yalnızca Allah’a has kılmamızı istiyor. Ama sen duygu ve düşüncelerini modern medyumlara teslim ederek gözlerini sana kapattırarak göklere çıkarıp Allah’la buluşturmasına kanıyorsun. Kim bu kardeşim, seni Allah’la buluşturan? Allah’tan olduğuna ne kadar eminsin. Muhammed as bile bu tarz şeyler sahabelerine yaşatabilmiş değil. O sadece vahyin öğrenciliğini yaparak sahabelerine örnek oluyordu. Onları hayatın somut gerçeklerinden sıyırıp da uçurmuyordu. Yahut sahabelerine kaderlerinin rakamlarda, isimlerindeki harflerde veya sevdikleri renklerde olduğunu söylemedi. Özellikle kadın kardeşlerime sesleniyorum. Narin yapınız, narin bir şekilde kullanılıyor ve belki Allah bilir ileride istismar edilecek. Sizi yüzde yüz etkisi altına aldığı zaman olacak bu… Güçlü olmalısınız. Hakta sebat etmelisiniz. Hem nasıl oluyor da tarikatların tasavvufi uydurmalarına karşı, çeşitli uçuk kaçık hurafelerine yıllarca karşı çıkıp şimdi ise modern, popüler, bilimsel(!) şirk kültürü kavramlarına yenik düşüyorsunuz? Çevremden duyduğum ve youtube kanallarında gördüğüm maalesef bu soruları sorduruyor bana…
Değerli kardeşim pozitif enerji mi diyorsun? İşte sana Rad suresi 28. Ayet: “Dikkat edin, iyi bilin ki kalpler ancak Allah’ın zikri ile mutmain olur.” Allah’ın zikri ne demek? Kur’anı Arapçasından okumak demek, anlayarak okumak demek, tefsirinden okumak demek, günde sayısı az çok önemli değil Allah’ın esmalarını zikretmek demek, yaşadığın acılı ve mutlu olaylar üzerinden Allah’ın failliğini farkedip dengeyi elden kaybetmemek demek…. Neden bunu unutuyorsun kardeşim. Yoksa “değişim iyidir, güzeldir” şeklinde söylenen şeytanın süslü sözüne kanıp öylesine diyerek dinimizi ve ibadetlerimizi mi değiştirelim? Söyler misin bana kardeşim güneş, ay yıldız değişti mi? Yörüngelerimizden biraz çıkalım mı dediler, öyle olsaydı ne olurdu? Peki, sen neden emin olduğun, iman ettiğin yörüngeni değiştiresin. Elbette ki akılla kalple ve vahyin onayını alan değişimler mü’min hayatında olabilir. Ama sınırları vahiy belirler. Zira bu yörünge öyle çocuk oyuncağı değil.
Enerji diyorsun kardeşim, Allah nurdur. Nur ise nur suresinde parlak bir ışık olarak tasvir ediliyor. Ve Allah kendisini “kişi ile kalbi arasına giren” olarak tavsif ediyor. O halde sen enerji ve frekans safsataları yerine dua dediğimiz muhteşem bir iletişim biçimi ile Nur olan Allah ile iletişime geçebilirsin. Ancak bu iletişim öyle somut iki kişinin iletişimi olmayacak. Dua ile acziyetini, ihtiyaçlarını sunacaksın ama O Yüce Rab sana ne zaman, nasıl, ne şekilde icabet eder, kendisi bilir. Hayatımızda yer yer hissediyoruz tabi kalbimizin, duamızın, imanımızın kalitesi ile değişken bir sonuçlar. Zira Rabbimiz kalbimiz ve imanımızın kalitesini en iyi bilendir. Yoksa öyle uydurukçu meditasyoncuların yaptığı mutlak olumlu sonuç garantisi yok. Ancak Rabbimiz Bakara suresinde “Kullarım beni sana soracak olurlarsa deki ben onlara çok yakınım dua edenin duasına icabet ederim” der. Her daim kullarından kendisine yönelmesini bekler. Ama sen meditasyonla, yoga ile ona yöneldiğini zannedersen, birileri de sonunda ineğe tapanların da aslında Allah’a taptığı zokasını sana yutturur. O halde söyler misin Rabbimiz neden müşriklere bu kadar kızgın, neden şirke girenin kendini bir uçurumdan aşağı bırakmış biri gibi olduğunu söylüyor. Problemi şimdi anladın mı, sen ilahi vergi olan potansiyel yüceliği beşeri uydurmalarla ortaya çıkarmaya çalışıyorsun. Ortaya ne çıkıyor, ortaya aslında insanın kendisini bir çeşit yarı tanrı ilan edeceği bir sonuç çıkıyor, Allahu a’lem. Kendisini merkeze koyan bencil bir insanlık/humanizm anlayışı. Eşinden, akrabalarından soğutan, kendini merkeze alan. İçinden ne geçiyorsa onu yaşaması gerektiği şeklinde absurd tatminlik süreçleri. “Ruh eşi” gibi kavramlar ile belki ileride yuva yıkmalar çıkacak ortaya. Hatta evlilikler belki boşa çıkacak. İzlediğim bir videoda edindim bu izlenimi. Zira insanın kendisi daha önemli(!), ruh eşini bulması gerekecek(!)… Bu gibi şeyleri size yapın demeyecekler, ama size bu zehirler azar azar zerkedilince siz otomatik olarak bu sonuca varacaksınız. Tabi kolay olmayan şeyler bu defa gelsin beraberinde başka sorunlar sıkıntılar. Bunlar benim süreci okumalarım.
Sevgili kardeşim insanların türlü türlü mizaçlara sahip olduğunu zaten Kur’an’dan öğreniyoruz. Zuhruf 33’te Rabbimiz: “Rabbinin rahmetini onlar mı paylaştırıyorlar? Asıl onlar arasında, bu dünya hayatındaki geçimlerini paylaştıran ve bir kısmı diğer bir kısmını istihdam etsin diye birbirlerine farklı oran ve alanlarda üstün kılan Biziz: Rabbinin rahmeti var ya: onların biriktirdiği her şeyden daha değerlidir.” Meal yazarının verdiği dipnotu da seninle paylaşayım: Farklılıkları övünme ya da yerinme gerekçesi değil, hayatı paylaşma ve inşâ etme vesilesi bilsinler diye. Suhriyyen, “kendi fonksiyonunu oynamaya mecbur olarak” mânasındadır. Dolayısıyla bunu, kerameti kendinden menkul bir statü aracı değil, bir sınav vesilesi saymalılar.
Bu ayetten anlıyoruz ki insanların mizaçları türlü türlü… Ancak bu mizaç ilahi rehberlikle hakka kanalize edilebilir. Olması gereken tek budur başka değil. Çeşitli dış etmenlerden etkilenmenin de beraberinde getirdiği farklı kaderlerimiz var. Ama tüm bunlar ergenlik sonrası ve ömür boyu irademizi mutlak anlamda ipotek altına almaz. Kimisi direnmez, haline razı olur kimisi de gelişmek için çaba sarfeder. Ancak tüm bu süreçlerde ilahi rehberliğin dua, namaz, helal-haram bilinci, nebinin hikmetli yaşamı ona gerekecek. Zira ancak bunlarla ahirete uzanan bir ebedilik elde eder. Zira ahirette geçer akçe ilahi akçedir. O da tabiri caiz ise vahiy bankasındadır. Sahteleri ile ahirette ebedilik elde edilmez. Bilmez misin ki şeytan insanları “süslü sözlerle” aldatır. Öyle kuru basit sözlerle değil. Yani biri gelip direk sana Allah’ı inkar et ve O’nun dininden yüz çevir demeyecek, öyle bir şirk çorbası yapacak ki süslü sözlerle, mantıklı görünen bağlantılarla… Feraset ve basiret işte burada devreye giriyor. Bu konuda hepimiz birbirimize yardımcı olmalıyız. Sen beni, ben seni uyaracağım. Zira ilahi rehberlik, iyiliği emretme kötülükten nehyetme emri var. Takdir edersin ki bu kötülük sadece hırsızlık veya zina değil. Modern popüler bilimsel(!) şirk kültürü de bunun içine girmez mi? Putçuluk cürmü sadece Mekkeli müşriklere ait olmasa gerek. Biz hem tarikat şirki hem kemalizm şirki ile uğraşırken şimdi de eskinin kahinliği, simyacılığı, rakamlar, renkler ve harflerle üretilen cicili biçili hurafeleri çıktı karşımıza. Tevhid akidesi yüzyıllarca bunlarla da mücadele etti. Bilmiyor musun sevgili kardeşim Süleyman as büyücü Yahudilerle mücadele etti. Peygamberimiz sihri yasakladı. Zira sihir insanın aklını başından alıyor. Sihre yönelik “ön-imanlarla” kendisine teslim olan toplumun hayatı istismar ediliyordu. Şimdi de özellikle kadınların hayatlarındaki zorluklarla mücadele için evvela rakam, harf ve renklerle bir inanç alt yapısı inşa ediliyor. Buna evvela iman et sonra da faydasını gör. İslam da böyle diyor ama İslam’ın iman et dediği hepsi gerçek. Tıpkı Musa as’ın asası gibi… Yılan olan asa sihirbazların yılanlarını yedi. Zira ötekiler göz boyama idi. Sevgili kardeşim takdir edersin ki Muhammed as gibi biri Kur’an’ı asla yazamaz. Zira Kuran sadece şiirsel okşayıcılığı yok bilakis kimsenin kafasından üretemeyeceği gayba dair bilgiler var ve sorumluluk var. Muhammed as hayatını zindan edercesine bunu kafasından üretmiş olamaz. Bu ve benzeri birçok nedenle Kur’an’ın vahiy olduğuna inanıyoruz. Bu nedenle o sözleri başımızda taç ediyoruz. Yap dediklerini yapıyoruz yapma dediklerini yapmıyoruz. Elbetteki mükemmel değiliz. Ve asla ekleme ve çıkarma yaparak kendimizi kandırmıyoruz. Zira teslimiyet bunu gerektirir. Biliyor musun müptela olduğun bu modern popüler şirk kültürü de Kur’an’dan yontmanı isteyecek, önemli olan sevgi ve kalp diyerek bazı ibadetleri farkında olmadan kalbinden silecek. Tesettürü de anlamsız hale getirecek belki de. Zira sana başı açık yahut tesettüre riayet etmeyen kadınların mutlu, neşeli meditasyonları örnek gösterilecek. Böyle de oluyormuş denilecek. Kur’an’a bütüncül teslimiyetin zedelenecek. Ancak herkes kendi imtihanını veriyor. Herkesin kendine ait iradesi ve özgürlüğü var. Benim yaptığım sadece hatırlatmadır. Tarih boyu gelen peygamberler silsilesinin getirdiği öğretiler ile diğer beşeri felsefeleri ve pratikleri asla birbirine eşleştirme yanlışına düşme. Yoksa bu kadar peygamberin gelmesi çok abes olurdu.
Şuna da değinmek isterim. Çok spesifik bir tuzak var: Resullük meselesi. Yani son nebi Hz. Muhammed ama son resul o değil. Bu durumu teorikte doğru kabul etsek bile pratikte çok sinsi bir tuzak. Bunun yaşanmış somut pratikleri çok. Niceleri ben nebi değilim ama resulüm diyerek şeriatı değiştirmeye çalıştı veya kendince revize etti.. Sağlam müridleri çoğalınca daha da ileriye kadar gitti. Bahailik, Dürzilik, Nusayrilik, 19culuk, Adnancılar gibi sapkın yollar türedi. Az buçuk manevi bir hal yaşayanlar bu resullük zokasıyla insanların bir kısmını etkiledi. İskender Mihr denen adam resmen vahiy aldığını söyledi. Böyle kaypak bir zeminde imanını korumaya dikkat etmelisin kardeşim. Bizzat müşahade ettiğim bir şey var. Adam kendini resul ilan ediyor, yani o toplumun din anlatıcısı bir zaman sonra insanı kendisine hayran bırakınca insanlara ne derse tamam moduna getirince ben sizin resulünüzüm diyerek orucun zamanını değiştiriyor. “Eğer bana uymazsanız resule itaat edin ayetini çiğnemiş olursunuz diyor”. Bunlar yaşandı kardeşim. Evvela etki altına alma ile başlıyor bu süreçler, sende biraz inanç oluşunca muhatabın da artık kendisine olan bağlılığı güçlendirmek için çeşitli ritüeller yaşatıyor sana…
Resullük meselesine dönersek, kısaca ifade edeyim kardeşim, biz resul değiliz biz davetçi olabiliriz ancak. Bak yasin suresinin ikinci sayfasında, Allah bir topluluğa iki elçi gönderiyor, ardından diyor ki bir elçi daha gönderdik, üç elçi onları doğru yola çağırıyor ve ifade şu: “Rabbimiz biliyor ki, biz onun elçileriyiz” ve sahne değişiyor. Şehrin öte ucundan bir adam geliyor ve diyor ki kavmine “ey kavmim bu elçilere uyunuz”… Dikkatini çekerek şunu diyorum: İşte biz o uzaktan gelen adamız, resuller de o üç kişi… Allah üçüncüsüne de elçi dedi ama dördüncüsüne recul/adam dedi. Konumumuzu anladık mı acaba? Bu nedenle biz son nebiye gelen vahyin davetçileri olabiliriz ancak. Rastgele ona buna kendisini resul ilan ettirme pozisyonu vermeyelim. Gruplar kendi aralarında tatlı, şirin birliktelikler inşa edip kendilerinden biraz daha iyi konuşan, bir tık daha entelektüel yeteneği olana hayran kalıp sonra da zamanla o ne derse kabul etme moduna girebiliyor. İşte gerçek resuller böyle yapmaz, gerçek resul Allah’ın yolundan başka yollar ve tecrübeleri asla tavsiye etmez. Kendi kafasından dine yorum getirmez. İsa peygamber ne demişti: “Allahım sen bana ne dediysen ben de aynısını onlara dedim.” Yani bir şey eklemedim ve çıkarmadım. E peki biz mü’minlere ne oluyor da pozitif enerji, frekans, ruh, renk, harf, rakam diyerek insanları büyülüyoruz. Etki altına alıyoruz. Elbette aralarda sağlıkla ilgili bazı doğrular olsa da. Şirk de tümüyle yanlış içerik değildi unutma. Dinin yapısını farklı yorumlayıp en temel kavramlarını bulandırıyoruz, ahiret, cennet, cehennem, melekler… Gaybi bir mesele olduğu için istediğin yere doğru sündürülüp ayetler şirke malzeme yapılacak tevil adı altında. Zira doğruluğu tam olarak test edilemeyecek. Sevgili kardeşim Seyyid Kutub’tan okumadın mı, “Kuran’ın gayb dediği yerde dururum ben, nasıl ifade ettiyse öyle anlarım veya olduğu gibi bırakırım”. Ashabı Kehf’in sayısı kaç diye tartışırlarken Kur’an neden net sayıyı söyleme yerine “recmen bil gayb” (onlar sadece gaybı taşlıyorlar) dedi. Zira girmemeniz gereken konuya, elinizin ulaşmadığı konularda kafadan atıp tutmayın. Siz asıl olana odaklanın, mesaja odaklanın. Gaybı kafanıza göre şekillendirmeyin. Zira ipin ucu bi kaçarsa tutamayız. Bak müşrikler meleklere Allah’ın kızları dediler. Onların mantığına da bu uygun geldi. Birileri de kalkar bu çağın modern medyumlarını Allah’ın ruhu/perisi/ (yaradan ile bir olmuş) ilan etse ne yaparız? Zira onlar tecrübe üstüne tecrübe yaşamışlar der biri, öteki de neden olmasın der? İşte tevhid böyle böyle bozulur kardeşim.
Söyleyecek çok sözüm var. Değinmediğim konular aklıma geldikçe değineceğim.
Ha şimdi aklıma geldi biri, insanların sorunlarına karşı pozitif enerji tavsiye ederek çeşitli ritüeller öğreteceğine eğer mü’min isen evvela bakara 155’i hatırlatsan iyi olmaz mı: Andolsun ki sizi biraz maldan candan ürünlerden eksilterek sınacağız, sabredenleri müjdele. Bu daha gerçekçi değil mi? Söyler misin kimin hayatı ölene kadar sorunsuz geçecek. İlahi rehberlik bu sorunların bazılarının insanın kendi ihmali olduğunu söyler, bir kısmının da ilahi plan dahilinde imtihan gereği olduğunu söyler. Mesela fakir oldun diye hırsızlık yapmayacaksın hak üzere sabredeceksin ve helal yoldan çalışmaya devam edeceksin. Çalıştın çabaladın zengin oldun bu defa zengin oldun diye zina yapmayacaksın yine hak üzere sabır göstereceksin. Geri dönüşü olmayan bu hayat yolculuğunda ve ölümden sonra dirilişin olacağı hesabın, cezanın ve ödülün olacağı bir zaman darlığında neyin pozitif enerjisi kardeşim. Bana göre pozitif enerji işte o sabırdır/direnmedir. Kalkıp da “ruh eşini” aramak falan değildir. Allah der ki, Eğer onlardan (eşlerinizden) hoşlanmıyorsanız, sabredin, hoşlanmadığınız bir şeyi Allah çok hayırlı kılmış olabilir.(nisa:19). Ama günümüz feminist, özgür(!) modern kadını evliliği bir esaret olarak telakki ediyor. Tabi sonra da koyu bir yalnızlık ve hayatın yoruculuğu ile afallama hali…
Yine Rabbimiz der ki, savaş size farz kılındı, hoşlandığınız şeyde şer, hoşlanmadığınız da hayır olabilir. Allah bilir siz bilmezsiniz. Yani pozitif enerji, illaki içinden geldiği gibi hareket etmekle olmaz, insanın için insana hep iyi şeyler söylemeyebilir. Sana iyi gelen şeyde şer olabilir.
Yine Rabbimiz der ki, sabır ve salatla yardım dileyen benden… Salat dua ve namaz ikisi de… Şimdi sen bunları bırakıp bağdaş kurup ellerini birbirine yapıştırıp pozitif enerji mi üreteceksin ilahi olmayan bir bağla. Vahiy temelli nebevi pratikleri hayatımızdan dışlamamalıyız. Sebat budur.
Benim ismimde olmayan harfler var. Şimdi ben bundan dolayı mahkum mu olacağım kader(sizliğ)ime? Yapma kardeşim! Değişim diyoruz ama kendimizi hiçbir bilgiye dayanmayan, hiçbir kesinliği olmayan harflere, rakamlara, renklere mahkum ediyoruz. Bunlarla kendimizi tanımlıyoruz. Kuran der ki, “onlar yanlarında aydınlatıcı bir kitap olmadığı halde Allah’ın yolundan saptırıyorlar” başka ayette de “Allah’ın yolunu çapraşık gösteriyorlar” diyor. İşte imanın böyle spesifik sapmaları da farketmeli değerli kardeşim.
Peygamber diyor ki, “Rabbim beni nefsimle bir bile baş başa bırakma” Sen bu sözden şunu mu anlıyorsun kardeşim, nefs zina yapmak ister, nefs kısa yoldan haram yolla zengin olmak ister bu nedenle nefsimle baş başa kalmayayım diyor peygamberimiz. Hayır tek bu değil kardeşim, nefs kendini ilah edindirip yeni bir din bile ürettirir insana. Ayet demiyor muydu, “heva ve hevesini ilah edineni gördün mü?” Bu sadece zina yapmak ve haramdan para kazanmak mı sanıyorsan yanılıyorsun.
Bir ayet var derki, “Nice peygamberlere insi ve cinni şeytanları düşman kılmışızdır, o şeytanlar birbirlerine yaldızlı sözler fısıldar.” Yaldızlı söz nedir biliyor musun, mantıklı ve anlamlı görünen sistemler. Mesela bu numeroloji, harfler ve renklere dayalı gelecekten kişilikten haber vermek de neden bunlardan biri olmasın?
Haa sahi pozitif enerji mi diyorsun, Gazze gündeminde mi, onun için yürüyüşlere katıldın mı, boykot yapıyor musun, o halde sende pozitif enerji var dersin muhatabına. Pozitif enerji mazlumlarla essahtan ilgilenerek elde ediliyor olmasın? Ki ben buna pozitif enerji demem ilahi rahmet derim. Yani mutluluğum ve huzurumu ilahi olana bağlarım. Yoksa pozitif enerji demek gündemden kopup sırlı, gizemli hülyalara dalmak demek mi? Hayır kardeşim öyle değil.
Kur’andan aklıma gelen hikmetleri düşünürken, peygamberlerin kıssaları zaten hep hikmetle dolu. Ama pozitif enerji diyemiyorum o kıssalara zira öyle tatlı, cicili, biçili süreçler değil. Zalime meydan okumak mesela. Mazluma el uzatmak. Sahi pozitif enerji arayışında neden yardım derneklerinde gönüllü olup yardımlara katılıp o mazlum kadınlara dokunmuyorsun. Yahut onları ilahi vahiyle buluşturma eğitimleri… Yine tekrar edeyim, sen pozitif enerji diyorsun ben ilahi rahmet diyorum. Hz. Musa Allahım bana indireceğim her hayra muhtacım zira sen merhametlilerin en merhametlisisin, demişti. Hz. Musa muhatabına inanıyor ve karşısında bir mutatab olduğunun bilincinde. Pozitif enerjide muhatabın kim? İnsan sadece kendi ürettiği pratiklerle mi elde eder? İlahi rehberliğe ihtiyaç duymadan…
Bu arada sakın peygamberlerin hayatlarını sırlı ve gizemli hülyalarına malzeme yaparak peygamberlerin ayaklarını yerden kesme. Onlar da bir yanıyla beşer diğer yanıyla azim sahibi insanlar idi. İmanlarının bedelini hayatlarında ödediler. Öyle cicili biçili söylemlerin ortamların mezesi olmamalı peygamberlerin hayatları… Buna dikkat etmelisin sevgili kardeşim.
Yazı epey uzamış. Aslında sadece duayı konuşsam yeterdi. Dua üç harfli ama cinlerden, perilerden, rakamlardan, harflerden, renklerden bin kat daha değerli ve anlamlı. Kıyas bile kabul etmez aslında. Dua, insanın tüm hatasıyla, sevabıyla ve tüm bilinçaltıyla Rabbine yönelmesidir. Onu bunu anlatacağımıza dua nasıl yapılır, niçin yapılır, peygamberlerin duaları nasıldı nasıl sonuçlandı gibi durumlar üzerinden durup insanlara dua yoluyla “pozitif enerji”nin doğru adresini gösterebilirsin. Zekeriya’nın duası, Musa peygamberin duası… Bunlar da ne hikmetler var biliyorsundur. O halde neden medyumların malzemelerine sığınalım, şaşkınların malzemelerine… Belki de abdest almaya üşenen, anını secdeye koymaya erinenlerin ürettiği safsataları kendimize malzeme yapalım.
Unutmadan, madem bu modern cicili biçili safsatalar enerjiler yaradanla buluşmalar ve ışık olmalar doğru ise biz neden tarikatlerdeki rabıtayı reddettik. Onlar da şeyhleri üzerinden tanrının ışığını kalplerine indiriyorlardı. Vay halimize… Selam hidayete tabi olanların üzerine olsun
Son sözüm
Velhamdulillahi Rabbil Alemin. Hasbunallah… Ni’mel vekil.. Ni’me Mevla… Ni’mennasir…
Yorum Yazın
Facebook Yorum